Evlilikte Sorun Çözme Yöntemleri
Çiftlerin Karşılaştığı 10 Ortak Sorun
Verilen sözlerin uygulanmaması, yalan konuşmak ya da partneri aldatma: Karşılıklı güveni kaybettiren bu davranışlar genellikle ilişkilerin sonlandırılması ile sonuç bulur. Duygusallık temelli ilişkilerde temel güven genel olarak kaybedildiği zaman, sorunlar ortaya çıkmaktadır. İlişkinin devamlılığı için gerekli istek güdüsü azalır.
- Gücün dengesizliği:Çiftlerden birinin baskın bir şekilde karar verme gücünün tek bir kişide toplanması var ise ilişkide sorunlar yaşanmaya başlar. Sosyal aktiviteler, arkadaşlar, ekonomik konular, evle ilgili değişiklikler vb. konularda aynı olan tek bir kişinin genellikle karar veriyor olması ilişkiyi dengesiz bir gücün egemenliğine bırakır. İlişkinin sağlıklı ilerlemesi için bir eşitlik hissinin karşılıklı yaşanıyor olması gerekir.
- Basmakalıp (stereotip) düşünceleri kabullenmek: Çiftlerden birinin “erkekler cinsel hayatı kadından daha çok sever”, “kadınlar karar veremez”, “erkekler kadından daha çok para kazanmalıdır” gibi kadın erkek cinsiyeti ile ilgili yargılayıcı düşüncelere inanması karşı taraf için doğru olmayan beklentiler yaratır ve bu beklentilerin gerçekleşmemesi ilişkide başarısızlığa neden olabilir.
- Soyutlanma: Romantik ilişkinin başlarında olan bir çiftlerde sık gözlemlenen bir sorun, arkadaş ve aile ortamlarından kendilerini soyutlamalarıdır. Çoğu zaman ilişki içinde kendini güvende hissetmeyen ve kaybetme duygusu yoğun olan partnerlerde bu durum yaşanmaktadır. Bu tarz ilişkiler sürekli birbirlerine bu korku ile bağlandığından dengeli kalamazlar ve farklı sorunların ortaya çıkmaktadır.
- Bireylerin kendilerini bilmeleri:Partnerlerden birinin veya ikisinin de kendi bireysel ihtiyaçları, beklentileri, zevkleri, hayalleri ve tercihleri hakkında bilgi sahibi olmamaları-kendilerinin farkında olmamaları- sonucunda ilişkiden alınan doyum azalmaktadır. Kendinin hayatı nasıl yaşamak istediğini bilmek, partnerlere kim oldukları ve ne istedikleri hakkında fikir alışverişi yapma fırsatını yaratır. Bu da romantik ilişkiden bireysel zevk alabilmeyi arttırır. Çoğunlukla genç yaşta kendinin farkında olmadan bir ilişkiye başlayan çiftlerde daha sık karşılaşılan bir durumdur.
- Düşük öz-saygı, güvensizlik ve özgüven eksikliği:İlişkilerin bitmesine sebep olan başka bir genel sorun ise partnerlerden birinin kendini sevmeye uygun görmemesidir. Bu kendinde yaşadığı güvensizlik duygusu içinde kişi partneri üzerinde baskın davranmaya ve partnerine bağımlı hale gelmeye başlar. Güzel bir ilişkiyi engelleyen bu durumun oluşmaması için her bireyin kendisine değer vermesi ve kendisi için öz-saygısını kazanması gerekmektedir.
- Aşırı kıskançlık:Gerçekçi olmayan boyutlara varabilen kıskançlık, şiddet ve tehlike oluşturabileceğinden romantik ilişkilerin sürekliliği için tehdit oluşturur. Her ne kadar bu boyutta olan kıskançlıklar çok tehlikeli olarak anlamlandırılmasa da, daha orta düzeyde olsa ilişki için kıskançlık ortak bir problemdir.
- Etkisiz iletişim:Çift ilişki yaşarken birbirleri ile düşüncelerini, duygularını, fikirlerini, değerlerini, ihtiyaçlarını, anlatamıyor ise ilişki yararlı sonuçlar oluşturamayabilir. Sağlıklı bir ilişkiye sahip olabilmek için çiftler etkili bir iletişim ve kaliteli zaman geçirmeyi sağlamayı öğrenmelidir.
- Kontrol sorunları:Eğer partnerlerden biri sürekli olarak diğer bireyi kontrol ve manipüle etmeyi amaçlıyorsa, romantik ilişki içinde ki iyi duygular güçsüzleşir. İlişki tehlikeli hale gelebilir. Partnerini sürekli kontrol eden, inanmayan, tehdit eden, partnerinin kendisinden farklı bir hayatı olmasına izin vermeyen kişilerin bu tarz problem davranışlar gösterdiği söylenebilir. Bunun çok sevgiden kaynaklandığı söylenemez ve partnerlerden biri bu durumu dayanamaz.
- Şiddet:Fiziksel, cinsel veya duygusal şiddet partnerin üzerinde tamamen kendi kontrolünü elde etmek için yapılan davranışlardır. Her ne kadar böyle ilişkiler için en sağlıklısı sonlanması olsa da, pek çok çift farklı sebeplerden dolayı birlikte olmayı sürdürürler. Romantik ilişkinin bitmesi için net bir neden olan şiddetin ardından duygusal yoğunluğu tekrar oluşturmak kolay olmamaktadır.
OLUMSUZ DÜŞÜNMENİN GÜCÜ
Evlilik problemleri olan pek çok beraberlikte gözlediğimiz, sık yaşanan bir olayı göstermektedir. Beklentileri karşılanmadığında, insanların genel eğilimi hemen, eşlerin akıllarından geçenlerle ve evliliklerinin durumu ile ilgili olumsuz sonuçlara atlamaktır. ‘’karşısındakinin aklını okumak ‘’ tan başka bir şey olmayan bu davranışı nedeniyle hayal kırıklığı yaşayan eş, sorunun nedeni olarak şu olumsuz sonuca varır:
‘’ ne şirret kadın! Bu davranışlarının nedeni hep bu.’’ Ya da ‘’ ne kadar nefret dolu! Bütün davranışlarının altında bu yatıyor’’.
Bu tür yorumların sonucu olarak da yaralanan eş, ya saldırıya geçer ya da eşinden uzaklaşmayı seçer. Kendisini hak etmediği halde cezalandırılmış gibi hisseden diğer eş de haklı olarak karşıt saldırıya geçerek, ya da uzaklaşarak karşılık verir. Böylelikle o ‘’ saldırı-karşıt , saldırı-saldırı ‘’ şeklinde gelişen kısır döngü başlamış olur ve kolayca ilişkinin diğer alanlarını da etkisi altına alır.
Hiç kimse karşısındaki kişinin aklındakileri okuyamayacağına göre, eşinizin davranışlarını bu şekilde hatalı biçimlerde yorumlamak tehlikelerle doludur.
Çatışmaya giren eşler, o sırada ortada bir yanlış anlama olabileceğini düşünmek yerine, olayın nedenini karşıdakinin zalimliğine ya da bencilliğine atfetme eğilimindedirler. Eşlerinin davranışlarını yanlış okuduklarının farkında olmadan, bu davranışları, hatalı olarak bazı olumsuz temel kişilik özelliklerine bağlarlar.
Oysaki evlilikteki doyumu belirlemede, eşlerin davranışlarının kendisinden çok, o davranışlarının karşıdaki kişi tarafından nasıl algılandığı ve yorumlandığı önemlidir.
Evlilikte bu tür yanlış anlamalardan kaçınmak için zihnin nasıl çalıştığını ve engellendiğimiz ya da hayal kırıklıklarına uğradığımızda ne tür işleyiş hataları içine girebileceğini anlamakta yarar vardır. Hata yapmaya eğilimli zihnimiz, karşımızdaki insanların davranışlarını yanlış yorumlamamıza ya da abartmamıza; hayal kırıklığı içindeysek, olumsuz açıklamalar yapmamıza ve onlar üzerinde olumsuz bir imaj yansıtmamıza yol açabilir.
BİLİŞSEL YAKLAŞIM
Eşler bilişsel terapide öğrendikleri birkaç basit ilkeyi kullanarak, bu tür hak edilmeyen yargılarda bulunmak ve çarpıtılmış imgelerini birbirine yansıtmak eğilimlerine karşı koyabilirler. Bu ilkeler, her iki eşin de daha doğru ve mantıklı sonuçlara varmalarına ve evlilikte çatışmalara ve düşmanlıklara yol açan o ‘’yanlış anlamalar kısır döngüsü’nün oluşmasını engellemelerine yardımcı olabilir.
BİLİŞSEL İLKELER ŞUNLARDIR:
- Diğer insanların zihinlerinin durumunu, tutumlarını, düşüncelerini, duygularını hiçbir zaman gerçekten bilemeyiz.
- Diğer insanların tutumları ve istekleri konusunda bildiğimizi sandıklarımız genellikle pek de belirgin olmayan işaretlere, ipuçlarına dayalıdır.
- Bu belirgin olmayan işaretleri ve ipuçlarını çözmek için kendi, hatalı olan kodlama sistemlerimizi kullanırız.
- Belirli bir andaki zihinsel durumumuzun, duygularımızın nasıl olduğuna bağlı olarak, diğer insanların davranışlarını yorumlamada hatalar yapabilir,diğer deyişle kodu çözme yöntemlerimizde o andaki duygu ve düşüncelerin etkisinde kalarak yanılabiliriz.
- Bütün bunlara karşın, diğer insanların niyetleri ve tutumlarını doğru olarak anladığımız, inanırız ve bu inançlarımız,inançlarımız gerçekten doğru olup olmaması ile ilgili değildir.
- Bu ilkeleri içeren bilişsel terapi, eşlerin birbirlerini algılama, yanlış algılama, iletişim kurma ve kuramama tarzları üzerine odaklanır.bilişsel yaklaşım, bu çarpıtmaları, düşünme ve iletişim hatalarımızı düzeltebilmemizi sağlamak üzere düzenlenmiştir.
ZİHİN OKUMAK
Zihin okuma, gereksiz rahatsızlıklarla sonuçlanabilecek hatalı yorumlar üretilmesine ya da hatalı bir güven duygusuna yol açabilir. Bu tür hatalı sonuçlar daha da büyük sorunlara sebep olabilir.
İnsanlar eşlerinin davranışlarını yanlış yorumlayarak, en çok korktukları şeyi başlarına getirmede kendileri aracı olurlar.
İnsanların söyledikleri ve yaptıkları belirsiz ya da yanlış yöne yönlendirici olabileceği için, onların bizim hakkımızda ne hissettiklerini ölçmek, niyetlerinin ne olduğunu anlamak her zaman kolay değildir. Aynen bunun gibi, Lois de terk edilme korkuları yüzünden, Peter’in sessizliğini kendisine duyduğu kızgınlık olarak yorumlama eğilimindeydi. Karşımızda ki insanın zihninde neler olup bittiğini anlamak için işaretleri, ipuçlarını okumak, davranışlarında belirli örüntüler aramak doğal olsa da, bunu yaparken hepimiz hatalı açıklamalar oluşturma ve yanlış sonuçlar üretme riski ile karşı karşıya kalırız.
GÖRÜNMEYEN ZİHİN
Diğer insanlarla etkileşirken, onların gerçek duygularını ve düşüncelerini açığa çıkaracak veriler üzerinde durmak için çok az zamanımız vardır.ipuçları da genellikle belirsiz olduğu için, hızla gözümüzün önünden geçen açık olmayan mesajlara dayanırız. Bu mesajların bir kısmı da bizi aldatmak üzere kasıtlı kurulmuş olabilir.bütün bunlar olurken de hata yapıyor olmamız şaşılacak bir şey değildir.
Şu yaşadığımız ikileme bakın. Gerçekliğimizin en önemli yönlerinden biri olan diğer kişilerin bizim hakkımızda neler hissettiği konusu, çoğunlukla doğrudan gözlenemeyen verilere temellendirilmek zorundadır. Bu tür ‘’ içsel durumlar ‘’, duyumlarımızın ulaşamayacağı bir, noktada olduğuna göre, gözleyebildiklerimizle ilgili yorumlarımıza güvenmek zorundayız.
Duygusal bir durum içindeyken, gördüklerimizdeki belirsizlik bizi alt üst edebilir. Sinirliysek ya da heyecanlıysak,diğer insanların duyguları ve düşünceleriyle ilgili yaptığımız yorumlar, diğer deyişle o’’ görünmeyen gerçekler’’, karşımızdaki insanın davranışlarının mantıklı bir değerlendirmesinden çok, bizim içsel durumlarımız la, korkularımızla, beklentilerimizle ilişkilidir. Duyduğumuz ve gördüğümüz şeylerle ilgili olarak farklı açıklamalara itibar etmez ve vardığımız sonuçlardan vazgeçmeyiz.
Bu tür ‘’ hemen sonuçlara atlama ‘’ eğilimimiz depresyon, Anksiyete gibi klinik sorunlarda oldukça belirgindir. Bu tür bozukluklarda insanların bilgi işleme süreçlerinde bir değişim olur ve bu değişim, yapılan gözlemlerde olumsuz yargılara yol açar. Dahası, bu tür sorunları olan insanlar bu olumsuz yargılara çok az bir bilgi kırıntısı ile hemen varırlar. Örneğin, depresif bir kadın eşinin yorgun görüntüsü hakkında hemen, ‘’ benden artık hoşlanmıyor. Bıktı ‘’şeklinde, bir düşünce geliştirip, ona göre bir tepki verebilir. Anksiyeteli bir erkek, eşinin randevularına zamanında gelmemesini, ‘’ bir kazada ölmüş olabilir ‘’şeklinde yorumlayarak, tepki gösterebilir. Her iki durumda bu insanlar, durup da yaptıkları yorumların doğruluğunu araştırmaz, farklı açıklamaların olabileceğine inanmazlar.
- Neden böyle sessiz ?
- Mutlaka bana öfkeli olmalı.
- Mutlaka beni öfkelendirecek bir şeyler yapmış olmalıyım.
- Bana öfkesi bitmeyecek,
- Bana her zaman öfkeli.
- Ben zaten insanları öfkelendiriyorum.
- Beni hiç kimse, hiçbir zaman sevmeyecek.
- Sonsuza kadar yalnız kalacağım.
NASIL BÖYLE YANLIŞ YANLIŞ YORUMLAR YAPARIZ
Eğer bir sonuca varmadan o durumdaki tüm kanıtları değerlendirebilirsek, yukarıdaki gibi hataları yapma olasılığımız azalır. Ancak, gerçek hayatta dikkatle tartılmış mantıksal çıkarsamalar yapmak için genellikle çok az zamanımız vardır. Benim eşimin tebessümü, Peter ‘in sessizliği gibi belirgin olmayan davranışlar karşısında, ‘’ işaretleri okuyarak ‘’ çabucak vardığımız yorumlara dayanmak durumunda kalırız.
Kavganın nedeni, söylenenler ya da yapılanlar değil ama eşin onlara yüklediği
‘’ anlamlardır ‘’. Kuşkusuz onun verdiği bu anlamdan, o sözleri söyleyen, o davranışları yapan diğer eşin haberi bile yoktur ve o da anlaşılmayı beklemektedir.
Sinyaller iletişimde kullanılan işaretleri kapsamaktadır. Örneğin duygular ve hisler u hiçbir zaman doğrudan iletilemediği için kelimeler, ses tonu, yüz ifadeleri ve hareketler kullanılır. Ortamda doğal olarak sinyalleri yorumlamada çok önemlidir. Müşterisine bir tepside kahve tost getiren bir garson kız, bir ‘’iş alışverişi ‘’ sinyali verirken, karısına yatakta kahve tost ikram eden bir koca, sevgi ve şefkat sinyalleri iletmektedir.
Bu tür sinyaller, yakın ilişkilerin dokusunu oluşturdukları halde, nedense evliliklerde onların önemi göz ardı edilmektedir. Bu işaretler, belirli bir davranışa yüzeysel olarak bakıldığında anlaşılamayacak kadar çok anlam yüklüdürler. Kazablanka filmindeki şarkının güftesinde olduğu gibi, ‘’ öpücük hala o öpücük , iç çekiş hala o iç çekiş…’’ sözleri, bir öpücüğün hiçbir zaman sadece bir öpücük olmadığını anlatmaya çalışmaktadır. Bu tür sinyaller, aşk ve şefkat sembolleridir. Yakın bir ilişkide bu sembollerin üstü örtülürse ya da karen ve ted’in durumunda olduğu gibi farklı dalga boylarında olup da kodlanamazlarsa, eksikleri reddedilme ya da ilgi eksikliği şeklinde yorumlanabilir.
Sinyaller ve semboller gerçeklerin kendisi olmadığı için tercüme edilmeleri gerekir. Bazen kodlama sistemi yetersizdir ve eşlerden biri sinyali okuyamaz. Bir erkek karısının kendisinden uzaklaşmasının aslında bir yardım çağrısı olduğunu fark etmeyebilir; bir kadın da kocasının yüzeysel heyecanının, aslında yoğun bir hayal kırıklığını örtme çabası olduğunu farkına varmayabilir.
Bazı insanlar belirli durumlara diğerlerine göre daha fazla sembolik anlamlar atfetmektedir. Örneğin erkekler, karşılıklı konuşmayı genellikle bazı bilgilerin, aktarılacağı bir ortam olarak algılarken, kadınlar ise konuşmayı konuşmak için yapmakta,ilgi ve dostluk paylaşımı için bir sembol olarak algılamaktadırlar. İletişimin sembolik anlamına ilişkin bu cinsiyet farklılıkları yüzünden, eşler arasında yanlış anlamalar olabilmektedir.
Bizler, daha resmi ilişkilerle kıyaslandığında, yakın ilişkilerdeki kodlama sistemlerimizde daha katıyızdır. Gerçekten de bir ilişki ne kadar yakınsa, ilişkideki kişilerin birbirlerini yanlış anlama olasılığı da o kadar artmaktadır. Evlilik ise sinyalleri yanlış okuma potansiyelinin diğer tüm yakın ilişkilerdekinden çok daha fazla olduğu bir yakın ilişkidir.